Chopin mazurkalar ve polonezler bestelerken Polonya milletine, Smetana polkalar bestelerken Çek milletine verdiği dünya gibi Türk milletine de görülecek bir dünya ve bu dünyanın içindeki ruhun taşıyıcısı neden hala gelmedi? Bunca konservatuvar öğrencisi neler ile meşgul?”
Translator
Bence türk insanın klasik müziğine yerleşememesi sorun. Avrupai Klasik müzik, Avrupalıların içerisinde bulunduğu uzun bir zamanı kapsıyor ve bu uğurda açılıyorlar ve gelişiyorlar(-dı). Lakin Türklerde böyle kültür yoktu, kendi saray müziği ve halkın kendi müziği geniş çevrelerde yayılmak yerine o çevrede kalıyordu. Bunun içinde yeni bir şeyler yazmak, farklı bir şeyler derdinde olan bir müzisyen besteci çıkmıyordu. Osmanlı sarayı da Avrupai müziği anca takip ediyor fakat böylesini de yetiştirip halka tanıtılmasını içermiyordu. Cumhuriyet kurulduğunda böylelerine ihtiyaç oluşu anlaşıldığında Avrupada klasik müzik camiası modernleşmeye başlamıştı bile, başka besteci ve müzisyenlerle yetiştirilmek üzerine gönderilen potansiyel türk besteciler de haliyle modern müzikten nasibini alarak geldiler ve bizde nasıl Cumhuriyet ve getirdikleri tepeden inme geldiyse Türkiye'de klasik müzik tepeden inme geldi. Bu da haliyle bir bağdaşım kuramadığını düşünüyorum. Bu bence hala süren bir olay çünkğ burada epey bir geç kalınmışlığın izi var, zaman ilerledikçe zaten Avrupa'da Klasik müzik de etkisini kaybetti biz daha da geç kalmış olduk. Yani bundan ötürü tam bir tanıtılış artık çıkamıyor, konservatuarlar ise apayrı bir mesele. Konservatuarlar özellikle Anadolu çevresinde klasik müzik odaklı değilken çıkan müzisyenler kalkıp düğün dernekte müzik icra etmeye zorunda kalmaları gibi yerlere uzar. Yetkin konservatuar'lar Türkiye'de zaten az iken bir de dünya çapında konservatuarların etkinliğine bakarsak e haliyle Türkiye'de en iyilerden bile çıkanların neden kendi ülkesini tanıtamaz olduğunu anlaşılır duruyor. O iş geçti demek gibi bir şey fakat bilemiyorum; Türkiye'de en azından bir şeyler denemiş, çok güzel fikirleri olmuş, güzel eserler bırakmış insanlar oldu ve olmaya da devam edicek. Umudu bırakmamak lazım, problemin ardında olmak ilk adım 🙂
Dünyaya hitap eden ve bu dünyanın ruhunu taşıyan ifadesi biraz öznel bir ifadeye kaçıyor. Çünkü müzik bir kültür ögesi olduğu için her toplumda aynı anlaşılabilecek bir öge değil. Her ne kadar Avrupa Klasik Müziğinin sistemi, notasyonu kullanılsa da bu Avrupa'nın emperyalist politikası sonucu sömürgeleştirdiği ülkelere yayılan bir sistemdir. Yani şu anda dünyanın büyük bir çoğunluğu Avrupa Müziğinin teorisini, notasyonunu kullanmasının en büyük sebeplerinden birisi sömürgeciliktir. Yazıda bahsedilen durum daha çok kültürel bir durum. Çekler, Polonyalılar (lehler) Avrupa kültürünün içinde olan insanlar. Bu yüzden Avrupa Müziğinin ögelerine alışkınlar ve buna yönelik eser yazıyorlar. Şu anda Avrupa ideolojik düşünce, endüstriyel teknoloji gibi alanlarda ön planda olduğu için bizlere Avrupa Klasik Müziği üst bir kültürel öge olarak gelmekte. Ki bu düşünce evrimci bir yaklaşımla bakıldığında doğru kabul edilebilir. Özellikle Avrupa Müziğinin teorik yapısı, entelektüel birikimi bizi bu sonuca ulaştırabilir. Ama dünyadaki tüm kültürlere bu şekilde Avrupa Müziğiyle karşılaştırarak bakmak yanlış bir bakış açısı olur. Çünkü kültürün sürekli değişmesi gerekmez, değişse bile bu değişimin ileri/geri olması durumu nesnel değildir. Doğu müziğinin batı müziğinden temel farklarından birisi polifoni ve monofoni çatışması olduğundan bize kompleks bir müzik gibi gelmiyor. Ama doğu müziği batı müziğine göre ezgisel ve melodik olarak daha zengin ve karmaşık.
Yani kısacası konuda bahsedilen "dünya ruhuna hitabet eden" bir müziğimizin olmayışı iddiası öznel gibi duruyor. İddiadaki ifadeye karşılık gelen bir müzik olduğunu düşünmüyorum.